ZEKİLER KİTABI / İBNÜ’L CEVZÎ

Ø                İbn-i Ömer’in rivayetine göre Hz. Peygamber, “Aklının sağlamlığını bilmeden kişinin Müslümanlığına hayran olmayınız.”buyurmuştur.(s.11)

Ø                Ebû Hureyre (r.a.) Hz.Peygamber’den şyle rivayet etmiştir: “İki kadın, beraberlerinde iki çocuk olduğu halde yolculuğa çıkarlar. Yolda bir kurt saldırır ve çocuklardan birini parçalar. Kadınlar kalan çocuğu sahiplenme hususunda tartışırlar. Davalarını Hz. Davud’a götürürler; oda çocuğu büyüğüne verir. Ancak kadınlar gidip bir de durumu Süleyman’a (a.s.) anlatırlar. Hz. Süleyman, “Bıçak getirin; çocuğu ikiye bölüp aranızda paylaştırayım.” deyince küçük kadın, “İkiye mi böleceksin? Öyleyse ben davamdan vazgeçiyorum; çocuğu ona bırakıyorum.” der. Bunun üzerine Süleyman (a.s.), “O sana aittir.” diyerek çocuğu küçük kadına verir.(s.21)

Ø                Muhammed b. İshak’ın rivayetine göre Lokman (a.s.) oğluna, “Ey oğlum! Birini kendine arkadaş edinmek istediğinde önce onu kızdır. Kızdığı zaman sana karşı insafı elden bırakmazsa arkadaş ol; aksi takdirde ondan sakın!” diye nasihat etmiştir. (s.24)

Ø                Adamın biri Muâviye’nin kapıcısına gelir ve Muâviye’ye, “Anne- baba bir kardeşin geldi.”demesini söyler. Muâviye’, “Onu tanımıyorum; izin ver de içeri girsin!”der. içeri girince aralarında şu konuşma geçer.

-                      Nereden kardeşin oluyorum?

-                      Âdem ile Havva’dan.

-                      Ona bir dirhem verin!

-                      Anne- baba bir kardeşine tek bir dirhem mi veriyorsun?

-                      Âdem ile Havva’dan olan her kardeşime bir dirhem verecek olsaydım sana bu kadar da düşmezdi.(s.37)

Ø                                          Yahyâ b. Hâlid şöyle demiştir: “Üç şey sahibinin akıllı olduğuna delâlet eder: Hediye, mektup ve elçi.” (s.56)

Ø                                          Yahyâ oğluna şöyle derdi: “Oğlum! Her ilimden biraz olsun öğrenmeye çalış! Kişi bilmediği şeylere düşman olur. Ben senin ilimden bir şeyin düşmanı olmanı istemem. Kim bir mevkiye ulaşır da orada kaybolursa yeri orası değil daha aşağısıdır.” (s.56)

Ø                                          Fazl b. Rebî: “Padişahlara, karşılık vermelerini gerektirecek sözler söylemekten sakının; çünkü karşılık verdiklerinde onlara, vermediklerinde ise size ağır gelir.”demiştir. (s.56)

Ø                                          Es-Şa’bî anlatıyor: “Bir süre önce İsfahan’da bulunmuş olan biri şöyle anlatmıştı: “Bir Türkmen kolundan tuttuğu başka bir Türkmen’i padişaha getirerek, “Bu adam kızımı iğfal etti. Sana haber verdikten sonra kafasını vurmak istiyorum.”dedi. Padişah, “Evlendirelim ve mihrini hazineden verelim.”dediyse de adam, “Öldürmekten başkasına râzı olmamam.”karşılığını verdi. Bunun üzerine padişah bir kılıç getirilmesini emretti. Sonra kılıcı çıkarıp adama verdi; kının ise kendisi alarak kılıcı kına sokmasını istedi. Adam kılıcı kına yaklaştırdıkça kını hareket ettiriyordu. Kılıcı bir türlü kına sokamayan Türkmen sonunda, “Padişâhım! Bırakmıyorsunuz ki sokayım!”deyince padişah, “İşte kızın da böyle, eğer istemeseydi adam ona sahip olamazdı. Yine de öldürmek istiyorsan ikisini birden öldür!”dedi. Sonra onları evlendirdi, kızın mihrini de hazineden ödedi.(s.64)

Ø                                          Yahya b. Said el- Kattan anlatıyor: “Yezit b. Harun bir gün bana, “Sn benim katımda, değirmen taşının yarısından daha ağırsın.”dedi. Ben, “Neden tamamından daha ağırsın!” demediniz?” deyince de, “Çünkü değirmen taşı yuvarlanır; yarım olansa ancak güç harcanarak hareket ettirilebilir.”dedi.(s.88)

Ø                                          Bedevînin birine, “Nasıl sabahladın?”diye sorulduğunda, “Önümdeki her şeyi arkamda, arkamdaki her şeyi de önümde görerek...” dedi. (s.100)

Ø                                          Bahreyn Valiliğine bir bedevî atanmıştı. Bedevî bir gün Yahudileri toplayıp Hz. İsa hakkında ne düşündüklerini sordu. Yahudiler, “Biz onu çarmıha gerdik ve öldürdük!”deyince de, “Peki diyetini ödediniz mi?” diye sordu. Ödemediklerini söylemeleri üzerine de, “Vallahi diyetini bana ödemeden buradan asla çıkamazsınız!” dedi ve diyet ödetmeden de bırakmadı. (s.101)

Ø                                          İbn Halef anlatıyor: “Harun Reşid bir gün askerinden ayrılarak gezintiye çıkmıştı. Fazl b. Rebî de arkasındaydı. Giderlerken yolda eşeğine binmiş bir ihtiyarla karşılaştılar. Adamın gözlerinin sulandığını gören halife sordu:

-                      Ey ihtiyar! Nereye gidiyorsun?

-                      Tarlaya...

-                      Sana gözlerinin sulanmasını giderecek bir ilaç tarif etmemi ister misin?

-                      Buna gerçekten çok ihtiyacım var.

-                      Hava dalı, su tozu ve yaka yaprağını al. Ceviz kabuğunda karıştırıp gözlerine sür; sulanması gidecektir.

Halifenin bu sözleri üzerine ihtiyar sopasına yaslanıp şöyle uzunca bir yellenerek, “Reçetene ücret olarak kabul et! İlacından memnun kalacak olursam daha da arttırır ve dostlarıma tavsiye ederim.”dedi. Hârun Reşid buna o kadar güldü ki neredeyse atından düşecekti.” (s.130)

Ø                Taş taşımak dağları tepesinden

Daha iyidir insanların minnetinden

İnsanlar derler ki: “Kötü kazanç!”

Halbuki dilenmektir en kötü kazanç! (s.131)

Ø                “Yine bir gün yolda eşek üzerinde giderken iki kadın gördüm. Yanlarından geçerken eşeğimin yellenmesiyle birisi, “Vay!.. İhtiyarın eşeği de yelleniyor!”dedi. Sözlerine kızarak, “Ne zaman dişi bir eşeğe binsem yellenir durur.”dedim. Bunun üzerine kadın elini arkadaşının omzuna vurarak, “Bunun anası dokuz ay boyunca kim bilir neler çekmiştir?”dedi.” (s.138)

Ø                Âmâ bir adam evlenir. Kadın, “Güzelliğimi ve beyazlığımı bir görsen!”deyince, “Öyle olmuş olsaydın kör olmayanlar seni bana bırakmazlardı.”karşılığını verir. (s.144)

Ø                Adamın biri, “Ne yüzle karşıma çıkıyorsun? Bana şunu- şunu yapmadın mı?” diyen arkadaşına, “Rabbimin karşısına çıkacağım yüzle!.. Ona karşı olan hatalarım sana karşı olanlardan çok daha fazladır.”cevabını verir. (s.147)

Ø                Adamın biri savaş meydanına bir kedi getirerek düşman ordusunda bulunan filin yüzüne fırlatır. Kedinin yüzünü tırmalamasıyla fil dönüp kaçar. Bu şekilde galip gelirler. (s.158)

Ø                Adamın biri davetsiz olarak bir eve gider. Ev sahibi, “Sen kimsin?”diye sorunca da, “Seni davet etmek için elçiye muhtaç etmeyen biri!”cevabını verir. (s.169)

Ø                Hırsızın biri kırık bir kalemden başka çalınacak bir şey bulamadığı bir evin duvarına şöyle yazar: “Sizin fakirliğiniz, benimse zenginliğim çok ağrıma gitti. (s.180)

Ø                Me’mun küçük oğlunun elinde bir defter görerek, “O nedir?”diye sorar. “Bu, bazı akıllıca işlerle gafilleri uyandırıp yalnızlığı giderici şeylerin yazıldığı bir defterdir.”cevabını verir. Bunun üzerine Me’mun, “Bana, cisim gözünden ziyade akıl gücüyle bakmasını bilen bir evlat verdiği için Allah’a hamdolsun!”der. (s.185)

Ø                Adamın biri “Nuh Peygamber” olduğunu iddia ettiği için çarmıha gerilmişti. Delinin biri yanından geçerken, “Ey Nuh! Gemiden geriye sadece bir direk mi kadı? (s.191)

Ø                İmâm-ı Âzam Ebû Hanife (r.a.) şöyle demiştir: “Beni bir kadından başkası aldatamadı. Bir gün çarşıda giderken kadının biri yerde duran bir torbayı işaret etti. Onun olduğunu sanarak kendisine vermek üzere yerden aldığımda, “Sahibi gelinceye kadar onu koru!”dedi.” (s.198)

Ø                Bazı bilginler şöyle demişlerdir: “Köpek, çok uzaklara gördüğü bir ceylanın hasta ya da sağlam olup olmadığını, dişi mi erkek mi olduğunu anlar ve dişi erkeğe göre daha yavaş koşmasına rağmen erkeğin peşine takılır; çünkü bütün hayvanlar korktuklarında idrar yapma ihtiyacı duyarlar. Erkek ceylan koşarken bevledemediği için yavaşlamak zorunda kalır; dişiyse -yaratılışı gereği-koşarken de ihtiyacını giderebilir...” (s.205)

Ø                Kurda neden köpekten hızlı koştuğu sorulduğunda, “Köpek başkası için koşar, bense kendim için koşarım.”der. (s.210)

OKUYAN: M. AHMET


11. SAYIYA DÖNÜŞ

ANA SAYFA