Müsvedde Gibi


OLMAYAN-2 

Her şey bir rüya ile başladı.
            Kırmızı saçları vardı adamların, sayılamayacak kadar çoklar. Yüzlerinde hain bir gülümseme, yaklaşıyorlar, tedirgin. Gökyüzü gri, korkutucu, koku kasvet, bir kadın çığlığı, geriye doğru bir adım atıyor, küller savruluyor, en çok da saçları, yaklaşıyorlar, tedirgin.
            Her şey bir rüya ile başladı. Çocuktum, on dört yaşındaydım, evimdeydim, soluyordum. Yirmi altı sene oldu, yaşlandım. Sigaralar içtim, çok çok içtim, elektrik sobalarını hiç sevmedim, bir de kendimi. Bir kapı vardı önümde, nereye açıldığını bilmediğim, bilmeden girdiğimi sandım, kapıyı açıp her içeriye girdikten sonra kapayınca kapıyı, dışarda olduğumu anladım, hala. Kalemi değiştirip çizmeye devam ettim duvarları, bir kapı çiziyordum, duvarın altından annemin sesi kurtarıyordu beni; yemek hazır.
            Yemek hazırdı, onun için çok kolaydı, "ya ben" diyordum, ya ben hazır mıyım, dişlerime bakıyordum, dişlerimde elmacık kemikleri ve ağlıyordum; "onurluyum, olsun, onurluyum, olsun, onurluyum" Annem görmüyordu, babam eve ekmek getiriyordu, her akşam fabrikadan aksak adımlarla çıkıyordu, mahalle bakkalına selam veriyordu, koltuğunun altında gri bir yarın oluyordu, ben okuyordum. Cin Ali uyanık çocuktu, cin gibiydi, annem biraz kilo al diyordu, oysa Cin Ali akıllı çocuktu, bilmiyor muydu; annem duvarın altından kurtarıyordu beni, "Yemek hazır." Cin Ali'yi duvarın altında bırakıyordum, kapı olmuyordu, Cin Ali bana çok kızıyordu, ben büyüyordum, yazıyordum, -olmayan-ı yazıyordum, başroldeki figüran hayatıyla yardım ediyordu, Cin Ali affedecekti beni, babam uyuyordu.
            Her şey bir rüya ile başladı ve ben kızdım kendime "o kadar yürüyorsun -kurban- neden ayakların kokmuyor?" Adım -kurban- mıydı ve yoksa ben yazım gibi bir olmayan mıydım ve neden korkuyordum uyumaktan ve bekliyordum harflerin sarhoşluğundan sızmayı? Ya da bir soru muydu hayat, nedenden çok nasılları barındıran ve cevabı dolaylı tümleç olmayan. Anneme dolaylı tümleci soruyordum, Türkçe hocam zayıf veriyordu karneme, Cin Ali'yi sevindirdiğimi düşünüp mutlu oluyordum. Zayıf karne, zayıf kurban ama Cin Ali de zayıf, hayır gülmüyordum, olmayana gülünmezdi, Tanrı taş ederdi, odunu kaşık ederdi, değil mi anne? Değil mi anne, değil mi anne? Hem Cin Ali kurban değildi, o kahraman ya da figürandı başroldeki, değil mi anne?
            Kaç kez tekrarlıyordum bir gün içinde, tökezleyen bilincimin yerindeliğini ve neden her uyku öncesi güzel okuyordu uykusuzluk. Dahası biliyor muydum olmayanın olmayacağını ve bilinçle var mı oluyordu insanlık ve bildikçe uzaklaşıyor muydum olmayandan; yoksa dünya değil miydi sadece yuvarlak olan ki hep başa dönüyordu her şey, bildikçe daha çok çarpıyordum olmayana. Sigara içtiğimi babam bilmiyordu, odamın duvarındaki olmayan kapıyı da. Zaten açılmıyordu kapı, açılsa
ölecektim, evim sekizinci kattaydı yaşım on sekiz, on dokuz yaşımda dokuzuncu kata
taşınmadık ama ben çatıya çıktım, ya yirmide çatının üzerine koyduğum koltuğa mı, yirmi bir'de yoldıza ulaşmak buradan mı kaldı bana, yoksa ancak çok yüksekte olursam mı görünürdüm kahramana?
            Ya ellerim, ısınacak mıydı, ya da üşüyordu öyle mi? Ondan mı söndürmüştü başroldeki figüran sol elinde sigarasını, defterin içinde defne yaprağı yaşarince, neden  

adamın biri koyuvermişti ellerini masaya. Tanrı mı
göndermişti onu? Kahraman dur gitme diyemeyecek
kadar asildi de, Tanrı mı diyordu kahramanın
diyemediğini. Bazı günler önemliydi ve önemli
günlerin önemli olmasına sebep olan önemli kişilerin
önemli günü önemseyen önemli olması gereken kişileri
önemli günlerde önemsememesi önemli benlerinin
önemsenmeme miydi de önemli benlerinin önemsiz
olmadığını göstermek -buna göstermek denebilir mi, bu durumda ispata ihtiyaç duyulur mu- için önemli kişileri önemli yürekleri ve önemli hisleriyle birlikte gömüyorlardı ellerinin üzerine açılan bir mezara. O mezara ben kendimi de mi gömmüştüm o halde her şeyle birlikte ve gülümseyen ve görülmeyen, yok sayılan onuru mu göstermiştim kainata gitmeyi arzulamayan bir kalmayı becerememişlikle. O halde olmayan onurla beslendiği müddetçe mi kutsaldı, tensel bir kavuşma adına kişiliğin yoksanması olmayanın yüce bir temsilcisi mi olmuştum artık, hem de onurlu, hem de kişilik sahibi, hem de yalnız. Yoksa o da mı olmayandı? Normal değil miydi olmayanın, yüklendiği olanın farkına varışla olmamaklığı. O halde her şey mi olmayandı zira değil miydi o kahraman önemli kişi, her şey. O halde babam niye ölmüştü benim, durup dururken ve zaten yok iken ve kapı altında kalan ben iken. Olmayan hiç biter miydi, ya da başlar mıydı, yoksa o olmayan değildi de olan mıydı ve ben yanılıyor muydum her şeyin olmayan olduğu konusunda. Hayır yanılmıyordum, zira her şey bir rüya ile başlamıştı ve ben uyanınca anlamıştım rüya olduğunu, zira yine ve hem de her an uyanabilirdim, rüyadan uyandığım bu dünyadan. Uyanabilirdim ve diyebilirdim; bu son uyanış ölümdür, o halde her şey olmayandı.

                                                                   Güray SÜNGÜ

10. SAYIYA DÖNÜŞ

ANA SAYFA