Her şey bir rüya ile başladı.
Kırmızı saçları vardı adamların, sayılamayacak kadar çoklar. Yüzlerinde
hain bir gülümseme, yaklaşıyorlar, tedirgin. Gökyüzü gri, korkutucu, koku kasvet,
bir kadın çığlığı, geriye doğru bir adım atıyor, küller savruluyor, en çok da
saçları, yaklaşıyorlar, tedirgin.
Her şey bir rüya ile başladı. Çocuktum, on dört yaşındaydım, evimdeydim,
soluyordum. Yirmi altı sene oldu, yaşlandım. Sigaralar içtim, çok çok içtim,
elektrik sobalarını hiç sevmedim, bir de kendimi. Bir kapı vardı önümde, nereye
açıldığını bilmediğim, bilmeden girdiğimi sandım, kapıyı açıp her içeriye
girdikten sonra kapayınca kapıyı, dışarda olduğumu anladım, hala. Kalemi
değiştirip çizmeye devam ettim duvarları, bir kapı çiziyordum, duvarın altından
annemin sesi kurtarıyordu beni; yemek hazır.
Yemek hazırdı, onun için çok kolaydı, "ya ben" diyordum, ya ben
hazır mıyım, dişlerime bakıyordum, dişlerimde elmacık kemikleri ve ağlıyordum;
"onurluyum, olsun, onurluyum, olsun, onurluyum" Annem görmüyordu, babam eve
ekmek getiriyordu, her akşam fabrikadan aksak adımlarla çıkıyordu, mahalle bakkalına
selam veriyordu, koltuğunun altında gri bir yarın oluyordu, ben okuyordum. Cin Ali
uyanık çocuktu, cin gibiydi, annem biraz kilo al diyordu, oysa Cin Ali akıllı
çocuktu, bilmiyor muydu; annem duvarın altından kurtarıyordu beni, "Yemek
hazır." Cin Ali'yi duvarın altında bırakıyordum, kapı olmuyordu, Cin Ali bana
çok kızıyordu, ben büyüyordum, yazıyordum, -olmayan-ı yazıyordum, başroldeki
figüran hayatıyla yardım ediyordu, Cin Ali affedecekti beni, babam uyuyordu.
Her şey bir rüya ile başladı ve ben kızdım kendime "o kadar yürüyorsun
-kurban- neden ayakların kokmuyor?" Adım -kurban- mıydı ve yoksa ben yazım gibi
bir olmayan mıydım ve neden korkuyordum uyumaktan ve bekliyordum harflerin
sarhoşluğundan sızmayı? Ya da bir soru muydu hayat, nedenden çok nasılları
barındıran ve cevabı dolaylı tümleç olmayan. Anneme dolaylı tümleci soruyordum,
Türkçe hocam zayıf veriyordu karneme, Cin Ali'yi sevindirdiğimi düşünüp mutlu
oluyordum. Zayıf karne, zayıf kurban ama Cin Ali de zayıf, hayır gülmüyordum,
olmayana gülünmezdi, Tanrı taş ederdi, odunu kaşık ederdi, değil mi anne? Değil mi
anne, değil mi anne? Hem Cin Ali kurban değildi, o kahraman ya da figürandı
başroldeki, değil mi anne?
Kaç kez tekrarlıyordum bir gün içinde, tökezleyen bilincimin yerindeliğini ve
neden her uyku öncesi güzel okuyordu uykusuzluk. Dahası biliyor muydum olmayanın
olmayacağını ve bilinçle var mı oluyordu insanlık ve bildikçe uzaklaşıyor muydum
olmayandan; yoksa dünya değil miydi sadece yuvarlak olan ki hep başa dönüyordu her
şey, bildikçe daha çok çarpıyordum olmayana. Sigara içtiğimi babam bilmiyordu,
odamın duvarındaki olmayan kapıyı da. Zaten açılmıyordu kapı, açılsa
ölecektim, evim sekizinci kattaydı yaşım on sekiz, on dokuz yaşımda dokuzuncu kata
taşınmadık ama ben çatıya çıktım, ya yirmide çatının üzerine koyduğum
koltuğa mı, yirmi bir'de yoldıza ulaşmak buradan mı kaldı bana, yoksa ancak çok
yüksekte olursam mı görünürdüm kahramana?
Ya ellerim, ısınacak mıydı, ya da üşüyordu öyle mi? Ondan mı
söndürmüştü başroldeki figüran sol elinde sigarasını, defterin içinde defne
yaprağı yaşarince, neden
adamın biri koyuvermişti ellerini masaya.
Tanrı mı
göndermişti onu? Kahraman dur gitme diyemeyecek
kadar asildi de, Tanrı mı diyordu kahramanın
diyemediğini. Bazı günler önemliydi ve önemli
günlerin önemli olmasına sebep olan önemli kişilerin
önemli günü önemseyen önemli olması gereken kişileri
önemli günlerde önemsememesi önemli benlerinin
önemsenmeme miydi de önemli benlerinin önemsiz
olmadığını göstermek -buna göstermek denebilir mi, bu durumda ispata ihtiyaç
duyulur mu- için önemli kişileri önemli yürekleri ve önemli hisleriyle birlikte
gömüyorlardı ellerinin üzerine açılan bir mezara. O mezara ben kendimi de mi
gömmüştüm o halde her şeyle birlikte ve gülümseyen ve görülmeyen, yok sayılan
onuru mu göstermiştim kainata gitmeyi arzulamayan bir kalmayı becerememişlikle. O
halde olmayan onurla beslendiği müddetçe mi kutsaldı, tensel bir kavuşma adına
kişiliğin yoksanması olmayanın yüce bir temsilcisi mi olmuştum artık, hem de
onurlu, hem de kişilik sahibi, hem de yalnız. Yoksa o da mı olmayandı? Normal değil
miydi olmayanın, yüklendiği olanın farkına varışla olmamaklığı. O halde her şey
mi olmayandı zira değil miydi o kahraman önemli kişi, her şey. O halde babam niye
ölmüştü benim, durup dururken ve zaten yok iken ve kapı altında kalan ben iken.
Olmayan hiç biter miydi, ya da başlar mıydı, yoksa o olmayan değildi de olan mıydı
ve ben yanılıyor muydum her şeyin olmayan olduğu konusunda. Hayır yanılmıyordum,
zira her şey bir rüya ile başlamıştı ve ben uyanınca anlamıştım rüya olduğunu,
zira yine ve hem de her an uyanabilirdim, rüyadan uyandığım bu dünyadan.
Uyanabilirdim ve diyebilirdim; bu son uyanış ölümdür, o halde her şey olmayandı.
Güray SÜNGÜ